13 Nisan 2013 Cumartesi
2 yorum

Bir İşsizin 10 Ayı

05:41

Benimki gönüllü olarak işi bırakmaktı aslında… İstanbul’dan kaçmayı uzun süredir planlıyorduk lakin eşimin Bursa’ya transfer olması daha çabuk olduğu için ayak uydurup işinden istifa eden taraf ben oldum. Ben ondan önce iş bulsam o istifa edecek miydi? Aslında hayır. Ama şimdi durup geriye baktığımda eğer tam tersinin olmasını bekleseydik herhalde hala İstanbul’da yaşıyor olacaktık. Peki böyle olmasını istemiş miydim? Aslına bakarsanız hayır, ama bu işler biraz da kader kısmet… İstifamı verip evimi toplamaya başladığımda biz bu riski almıştık zaten. Bizim riskimiz, benim uzun süre Bursa’da iş bulamamamdı… En kötüsü bu muydu? Doğrusunu isterseniz evet! 10 ayı geçti biz tası tarağı toplayıp Bursa’ya geleli ancak ufukta haber beklediğim bir firma bile yok… Uzun süredir iş görüşmesine de çağrılmadığımdan formumu kaybediyorum sanki… Aylardır İngilizce konuşmadığım için pratikliğimi kaybetmek de bonusu oldu.

O zaman niye Bursa’ya yerleştiniz? Soruları kafanızdan geçiyor olabilir. Bunun nedenini uzun uzun açıklamayacağım ancak tabi ki deli değiliz, mantıklı sebeplerimiz vardı 

İlk zamanlar ne güzeldi halbuki… Şirketten ayrılırken tazminatımı alamamıştım ama birikmiş izinlerimin de eklenmesiyle aldığım para pek hoşuma gitmişti o zaman. Hatta bir süre bu parayla kaç ay geçiniriz krallar gibi diye düşünüp kendimi alışverişin o şeytani ruh haline kaptırmıştım… Her gün AVM’leri gezip çılgınlar gibi alışveriş yaptım, yemek yedim  Benimki biraz yazın gününü gün eden, kışı düşünmeyen o meşhur hikayeye benzedi. Tamam ev kiramız yoktu artık ancak maaş sayısı teke inmişti ve yeni evin illa ki masrafı oluyordu. Ev kendinizinse bazı şeyler eşyayı atmadan, yerleşmeden halledilmeli. Biz de öyle yaptık… 

Dedim ya ilk zamanlar çok güzeldi. Önceki işimde nöbet tutma derdim vardı. Elinizde bir telefon, bu telefonu 1 hafta boyunca her an yanınızda tutmak ve çaldığı anda da açıp karşı tarafın problemini çözmek durumundasınız. Doktorların çağrı cihazlarına benzer bir durum yani. Bu telefon sabaha karşı 4’de de çalabilir, akşam üstü 6’da da… Hastanın acile ne zaman geleceği belli olmadığı gibi bizim ürünlerin de ne zaman bozulacağı hiç belli olmuyordu. Böyle geçen bi 3 yılın ardından geceleri telefon çalacak korkusu olmadan yaşamaya başlamak gerçekten paha biçilemez! Aslında hala da öyle… Bir keresinde sahurda tam karnımı doyuracakken çaldığı için doğru düzgün bişey yiyemeden ertesi gün oruç tuttuğumu bilirim ki o sorunu çözmeye çalışırken de sabahı etmiştik zaten. Ha bir de herkesin Pazar akşamından başlayan şu meşhur “Pazartesi Sendromu”’nu ben rafa kaldıralı çok oldu. Benim için hafta başı, hafta ortası ya da Cuma akşamı pek fark etmiyor çünkü zaten erkenden kalkıp işe gitmek gibi bir durumum yok, 10 aydır…

Durum iyi hoş, hatta bazıları için özenilecek türden. Evdesin, sabah kalkıyorsun, önce biraz internette gezin, haberlerde ne var? Blogda son durum ne? Sonrasında kahvaltını hazırla, hava güzelse bi fırına doğru yollan. Peki ya sonra? Ev tozlanmış mı ne? Bi süpürgeyi açsam mı? Çamaşırlar birikmiş bugün makineyi çalıştırsam iyi olacak. Artık ütüyü de ihmal etmemek lazım dağ gibi oldular. Akşama ne pişirsem acaba? Dolapta ne var ki? Gibi cevaplanması gereken sorular ve yapılması gereken rutin ev işleri… Bunun sonucunda da bir süre sonra keçileri kaçıran, çalışan ancak evde kalmak mecburiyetinde olan bir ev hanımı! Böyle bir sendrom olmalı bence, çalışırken işinden ayrılıp uzun süre evde yaşamaya mahkum olan kadın sendromu  İsmi biraz uzun ama Latince bi karşılık bulunur buna şöyle en anlaşılmazından…

Geriye dönüp bakmayı çok sevmeyenlerdenim. Dedim ya ben bu riski buraya gelirken zaten aldım diye… 10 aylık süre içinde çeşitli girişimlerim oldu, hem eğitimsel hem de torpilsel ancak bir işe yaramadı. “Sen CV ni gönder bir bakalım” deyip CV yi gönderdikten sonra bir daha haber alamadıklarım da cabası. Evet uzaktan bakınca biraz Küçük Emrah Mode ON gibi gözüküyor olabilirim ancak yılmadım dostlar! Evet bir yerlerde benim de ekmeğim var ama demek ki daha biraz daha zamanı var. Bu arada farklı ve vizyonu çok daha geniş bir projeye dahil oldum ve o yolda da ilerlemeyi çok istiyorum. Yumurtaları farklı sepetlerde toplayıp sepetlerden birine bir şey olsa bile diğerindekileri muhafaza etmek niyetimdeyim. 

Ha bu arada;
“Biz sizi ararız.” deyip bir daha sesi çıkmaması…
“Bayan Mühendis alımımız şu an yok” deyip cinsiyet ayrımcılığının alasını yapanlar…
“Torpil yoksa buraya girmek zor” diye bildiğimiz firmalardan ve çalışanlarından…
Eşim iş görüşmesine gittiğinde konu bir şekilde bana ve iş arayışıma gelir ve İnsan Kaynakları Müdürü BAYAN kendisine “Ben de Bursa’ya geldiğimde uzun süre iş aradım ki İstanbul’da çok iyi bir firmada çalışıyordum.” Deyip sonrasında aynı firmaya 4-5 ay önce benim 1-2 farklı pozisyon için (ki Genel Başvuru bunlardan biri) başvurmuş olmama rağmen cevap alamamış olmam… Belirttikleri alanda tecrübem olmadığı CV de yazmasına rağmen görüşmeye gittiğimde “Bu alanda tecrübenim yokmuş” diyenler…

Belki daha saçmalarıyla da karşılaşacağım ama gün gelecek devran dönecek bunu da adım gibi biliyorum! Mümkünse 3 yıl sonra tekrar görüşelim ve oturup konuşalım dostlar, neredeydim, nerelere geldim…

Yazar : Deniz Gül





2 yorum:

Evde Yazar dedi ki...

Çok güzel yazmışsınız, okurken kendimden de parçalar buldum. Ben de bundan 1-2 ay öncesine kadar benzer durumdaydım. Artık evde çalışmaya başladım ve iş bile aramıyorum. Umarım sizin için de en güzel çözüm yakında gelir..

Xzxz dedi ki...

Ben de İstanbul'da yaşadığım dönemde işi bırakıp İzmir'e dönme hayalleri kuruyordum. Bıraktım, İmir'e döndüm, işsizim :))

www.yagmurtopuzoglu.blogspot.com

ÜYELER

 
Gizle
Top